Postmodernizmi önceki modern dönemlerden ayıran en önemli faktör; toplumun tüketime yönelmesi ve iletişim araçlarının her bir bireye kadar kolaylıkla ulaşmasıdır. Bu durum mimariyi de etkilemiş; insanı merkez alan tasarım yaklaşımları, yerini ekonomik ve teknik kaygıların ön planda olduğu tasarımlara bırakmıştır. Bu dönem mimarlığında kişisel görüşler ön plana çıkar. Estetik yerini tasarımdan zevk almaya bırakır. Elit olan mimarlık ürününden ziyade sıradan olanın daha kıymetli olduğu dönemdir. Gelenekleri yok sayan yepyeni bir dünya düzenini ön gören yaratıcı-yıkıcı anlayışını merkez alır. Jane Jacobs kitabında kentlerdeki yoğunluk, hareketlilikten bahseder. Modern kentlerin alt merkezlerini oluşturan dinlenme, sirkülasyon, barınma, üretme zonlarının kentleri öldürdüğünü vurgular. Kentlerde ki kalabalık kitlenin kentlere güven verdiğini ancak AVM gibi yapıların kentteki aidiyet duygusunu yok ettiğini belirtir. Kitabında kentler için karma yapı (ofis, mağaza, konut gibi mekanların bütüncül çözümü) önerisi sunarak sirkülasyon alanları oluşmayı hedefler. Robert Venturi ise kitabında modern mimarinin anlamsız ve belirsiz olmasını eleştirir. Villa Savoye’nin planı kare midir.. diyerek tasarımcılara kitabında soru yöneltir. Mimari ölçeğin büyümesinin mimariye karmaşa getirdiğinden bahseder. Karmaşanın sorunları artırdığını, çözümleri zorlaştırdığını belirtir. Mimarinin çift işlevli olabileceğini; dolu- boş, kapalı-açık karşıt durumların çelişkili düzeyler olduğunu, bu durumun tasarıma işlev kazandırdığını söyler. Floransa Köprüsü’nü örnek gösterir. Mimaride fonksiyonun dışarıdan okunması gerekmediğini; iç ve dışın zıtlığının değerli olduğunu düşünür. Amerika’da modern dönem mimarlığında iletişimin 2 türlü kurulduğuna dikkat çeker; biçimin kendisinin simge haline gelmesiyle (Duck) Yapının ön yüzünü süslemeyle (Decorated Shed) Aldo Rossi, kentler olgular üzerinde yoğunlaşır. Kent içindeki anıtları düğüm noktası olarak görerek, bunların kolektif bilinci temsil ettiklerini düşünür. Kentin ruhunun kentin tarihi ile oluştuğunu söyler. ‘’Genius Loci’’ kavramını kullanarak yerin ruhuna işaret eder. Yapı tipinin hiçbir şekilde indirgenemeyeceğini, tasarımın önceliği olması gerektiğini belirtir. Aldo Rossi - Segrate Oswald Ungers – Frankfurt Mimarlık Müzesi Mario Botta – Cadenazzo Rafael Moneo – Museum of Roman Art James Stirling - British Embassy Berlin Rob Krier – Dickie House Michael Graves – Portland Building Terry Farrel – Charing Cross Tren İstasyonu Philip Johnson – Seagram Binası Nicolas Ledoux – House of Education Hans Hollein – Austrian Travel Agency Charles Moore – Piazza D’italia Ricardo Bofill Taller – Arc de La Defense Kevin Roche – Morgan Bank Robert Stern – Point West Palace Tschumi – Parc de la Villette Frank Gehry – Guggenheim Bilbao Rem Koolhaas – CCTV Building Zaha Hadid – BMW Central Building Himmelblau – UFA Cinema Center Daniel Liebeskind – Jewish Museum